Yenilmez Komutan Halid bin Velid Radıyallahu anh
Velid oğlu Halid, Hicretten 35 yıl önce doğar. Server-i kâinat ile aynı soydan gelir, kaldı ki annesi Lübabe es-Suğra Efendimizin hanımı Hazret-i Meymûne'nin kız kardeşidir.
Halid de Habibullah gibi süt annelere emanet edilir, havası ve suyu güzel yaylalara gönderilir. Burada Arap gelenekleriyle yetiştirilir ve altı yaşındayken tekrar Mekke'ye getirilir. Babası (Velîd bin Mugîre), Kureyşliler arasında itibarlı bir emirdir, zaten süvari birliğinin komutanlığı hep bu aileye verilir.
Nitekim oğlu Halid'e de ata binmenin, ok atmanın, kılıç kullanmanın ve cengi okumanın inceliklerini öğretir. Genç muharip, bileğine de güçlüdür hani, hatta Hattaboğlu Ömer ile güreştiği rivayet edilir.
Halid uzun süre ticaret kervanlarına katılır, Suriye, Irak, Mısır ve Yemen'i gezip görme imkanına erişir. Okuma yazma bilenlerin parmakla gösterildiği yıllarda şiire merak salar, çeşit çeşit kitaplar edinir.
Ah o Kureyşliler
Aslında Halid bin Velid'in yeri mizac ve ahlak olarak Fahr-i alem'in yanıdır ama Kureyşliler onu ona bırakmazlar. Sırtını sıvazlayıp meydana çıkarırlar. Sanırım Hazret-i Halid, Bedir ve Uhud'u hatırlamaktan hoşlanmaz, onun için bu faslı geçip İslâmla tanıştığı günlere gelmekte yarar var...
Hâlid'in kardeşi Velid bin Velid Bedir'de Müslümanlara esir düşer. Fidye karşılığında serbest bırakılır ama Ensarla Muhacirin muhabbetini gördükten sonra Mekkeli müşrikler arasında duramaz. Kendi kendine iman edip Medîne'ye koşar, Hatem-ül Enbiya'ya er olmaya bakar. Bu arada ağabeyi Hâlid'e İslam'a davet eden mektuplar yazar.
Resulullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) umre yapmak için Mekke'ye geldiklerinde Velîd'e (Radıyallahu anh) döner; "Hâlid nerelerde? Onun gibi birinin İslâmiyeti tanımaması, bilmemesi olmaz. O gayret ve kahramanlığını müşriklere karşı gösterseydi ne kadar hayırlı olurdu. Kendisini sever, üstün tutardık" buyururlar. Halid bu konuşmayı duyunca bir hoş olur, İslâm'a karşı meyli nasıl artar, anlatılamaz.
İster misiniz bu kısmı kendi ağzından dinleyelim: "Allahü teâlâ, hayrımı dilediği zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hâle getirdi. Zaten Müslümanlara karşı yaptığım hiçbir savaş yoktu ki dönerken pişman olmayayım. Resulullah'ın muhakkak gâlip geleceğini adım gibi biliyordum. Önümüze birçok baskın imkanı geçti ama parmağımızı bile oynatamadık. Mesela Allahın Habibi Hudeybiye'den çıktıklarında (Usfan'da) Eshâbıyla öğle namazına durdular. Bir komutan için bu fırsat kaçmazdı ama elimiz kolumuz bağlandı. İkindi namazında da bir şey yapamadık, zira onlar korunuyorlardı.
Doğrusunu isterseniz Efendimizin mertliğine, cesaretine, ahlakına hayrandım. Fallar, putlar, cahiliye âdetleri beni eskiden de sarmazdı. Hele Resûlullah'ın hakkımda söylediklerini işitince içim ferahladı.
O gece rüyamda dar, çorak ve sıkıntılı vadilerde dolaştım durdum, nihayet çimleri rüzgarla bir o yana bir bu yana yatan yemyeşil ovalara açıldım. Rüya yeteri kadar sarihti ama bunu Hazret-i Ebû Bekir'e tâbir ettirmeyi çok arzuladım. Evet yeteri kadar vakit kaybetmiştim, artık Medine'ye gitmeli ve Müslüman olmalıydım. Yoldaşlık teklif ettiklerim tereddüt ettiler ancak Osman bin Talha seve seve bana katıldı.
Ertesi gün seher vakti yola çıktık. Hadde denilen mevkiye vardığımızda, Amr bin Âs ile karşılaştık. O da Müslüman olmuş, Efendimize koşmaktaydı... Hep beraber Medîne'ye yaklaştık. Yıkandık paklandık, en güzel elbiselerimizi giyip mescide vardık. İyi de, acaba Resûlullah efendimiz bize dargınlar mıydı?
Beklenen an
Eşikten geçerken azarlanmaktan korkuyordum, kalbim kuş gibi çırpınmaktaydı. Lâkin Server-i kâinat bizi dostça karşıladı, bağrına bastı. Yüksek sesle Kelime-i şehadet getirdim, sahabeler de hislendiler, gözyaşları yenlerini yakalarını ıslattı. Efendimiz "Sana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allaha hamd olsun" buyurdular "akıllı olduğunu biliyor, bunun er veya geç seni selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum."
Günahlarımın affı için, Allahü teâlâya duâ etmelerini istedim. Resûlullah "İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları söküp atar" müjdesini vermekle birlikte ellerini açtılar "Yâ Rabbî! Hâlid'in, kullarını yolundan çevirmek için gösterdiği çabaları bağışla! Sonra bana hane-i saadetlerinin yanında yer verdiler, kendilerine komşu yaptılar.
Perçem-i şerif
Eshabı kiram (aleyhimürrıdvan), Efendimiz'i (aleyhissalâtü vesselam) o kadar çok severler ki onun mübarek saç ya da sakallarından tek tele sahip olabilmek için yarışırlar. İşte bugün atlas bohçalar, gümüş sandıklar içinde saklanan peygamber kokulu emanetlerin hikâyeleri o günlere ulaşırlar.
Veda Haccı'nda Fahr-i alem (Sallallahü aleyhi ve sellem), kurbanını kesmiş, tıraşını olmaktadırlar. Kesilen saçlarını Ebû Talhatü'l Ensârî'ye vererek ashabına dağıtılmasını arzularlar. Peygamber aşıkları saç tellerinden bir tekini dahi düşürmeden kapışırlar. Sıra mübarek alınlarına dökülen ve nûr-ı ilâhîye mazhar olan perçemlerine gelir. Halid bin Velid ileriye atılır; "Yâ Resûlallah, onları bana ver. Anam, babam sana feda olsun" diye yalvarmaya başlar. Habibullah bu... Kimi kırmışlardır ki onu kırsınlar...
Halid bin Velid, bu saç tellerini ölünceye kadar sarığının arasında saklar, Resulullah hasreti dayanılmaz oldukça öper, koklar. Yemame Savaşının en şiddetli anında sarığı düşünce ölümü göze alıp düşmanların arasına dalar. Huysuz atlar, nallar, kılıçlar... Eller, kollar uçuşur, ortalık toz duman... Ama O, sarığını ele geçirmeyi başarır, yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Serverin saçlarını küffar eline bırakmaz.
Bu sarık başındayken hiçbir savaşı kaybetmez, zaferden zafere koşar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder